VERESİYE SATILMAZ ki??
“Bir ekmek, bir paket
de karbonat” öyle yazdır evladım! Söyle, ay sonuna ödeyecek Amcan.” Nefes nefese koşarak bakkala “bir ekmek, bir de karbonat” dedim. Her gün
mütemadiyen aynı saat ve aynı aralıklarla ve de aynı sipariş. Bir ekmek, bir de
karbonat.. Çocuk aklımla ne yapar ne eder dedim bu kabartma tozu nev’inden karbonatı
her gün bir tane. Ne işe yaradığını durup düşünüp merak ederdim. Karbonatı ekmeğin
yanında katık olsun diye mi yerlerdi. Yoksa ev temizliği için mi kullanılırdı
bir türlü aklım almazdı.
Siyah kaplı çizgili
küçük bir defter. Tüm ailenin aylık
ihtiyaçlarını görebileceğin bir defter. Nadir ama bazen içinde 1 paket sana, bazen de un yada pirinç türü
bakliyat ürünleri olurdu. En sık olanı “bir
ekmek, bir de karbonat”.
H. Teyzem, kimi zaman
yaptığım bu aracılığa ödül maksadıyla canın çekerse bir de gofret yazdır derdi.
Canı çektiğini istemenin görgüsüzlük olduğu ve ayıplandığı zamanlarda bunlar
bize sıkı çimdiklerle tembihlenmişti. O bana emanet edilen bir özeldi. Hani çok
sevdiğinize ancak en kıymetli eşyanızı emanet ederdiniz, ya da en güvendiğiniz
komşunuza bırakırdınız ya evinizin anahtarını. İşte bende bana emanet edilen
veresiye defterinin sorumluluğunu taşımakla görevlendirilmiştim. Mahallenin çocuklarının yaşı en büyüğüne! Bu görevden
o kadar mutlu olurdum ki, arkadaşlarımla mahallede top oynarken ya da saklambaç
H. Teyzem, hep aynı saatte, aynı ses tonuyla “Ebruuu! Kızıııım! Hadi bir koşu
bakkala git, bakkal Salim amcaya yazdır bir
ekmek, bir de karbonat!” Altın anahtarın devir saatini teslim almak üzere
olan bir küçük asker edasıyla içten içe gururla ve güvenle “Tamam H.Teyze” der,
koşa koşa gider emaneti yeniden yerine teslim ederdim.
Bakkala gittiğimde
Bakkal Salim amcanın tam başının üzerinde “VERESİYE SATILMAZ” ibaresi olurdu. Yazılı
olup uygulanmayan kurallar silsilesi.. Neydi ki benim yaptığım, veresiyenin ta
kendisi. Söylenenle yazılan arasında takılan ben.. Mahalleden bazı çocuklar
bakkala gelip “Salim Amca! Annem bir paket çay al, salim amcan deftere yazsın!”
derdi. “Yok! ,veresiye meresiye yok!” diye terslerdi onları. Tam o anda elimde
defter varsa saklar, çocuklar gidince defteri yine bir güven ve gururla uzatır
ve aynı cümleyi söylerdim. “bir ekmek,
bir de karbonat”
Elimdeki defterin ay
sonundaki mukayesesi olan ana defter Salim Amcanındı. Herhalde yazılanların
denk olup olmadığı konusunda bir mutabakattı bu. Benim taşıdığım deftere
yazdıklarımı kendi defterine de yazardı. Bu ana defter, mahallede veresiye ile
alan ne yemiş ne içmiş ise sabıka kaydı gibi orada yazılıydı. “VERESİYE
SATILMAZ” levhası bulunan bir dükkanda A’dan Z’ye kadar adı düzenlenmiş bunca
kişiyle işler nasıl yürürdü ki. T.Beyden ayın yirmisine 70 lira, M.Abla
fasulyesi çıkınca ödeyecek 54 lirasını, İ. Amca her 40 günde bir, A.bey gülleri
bekliyor çıksın kapatsın borcu diye. H. Teyzem her maaş alışında tıkır tıkır
öder hiç geciktirmeden… Bitmek bilmeyen hesaplar!..
“Anne! Bizim niye
defterimiz yok ki! Paramız olmasa da ne istesek oraya yazdırırdık.” diye
teessüf ettiğimde. Bunun bizim harcımız olmadığı, her ayın 15’inde maaş
almadığımızı, varsa alıp yoksa susmamız gerektiğini sık sık öğütlerdi. O zaman
daha iyi idrak etmiştim Bakkal Salim Amcanın beni niye hiç kovalamadığını ya da
C. Amcamın neden veresiye yazdırma geleneğine bu kadar ihtiyaç duyduğunu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder